
Büyük krizler “genel”dir, şu anlamda ki bunlardan biri patlak verince, dünyanın hemen hemen bütün sanayileşmiş ekonomileri bundan etkilenir, az ya da çok sarsılır. Kriz ekonomideki sektörler arası karşılıklı bağımlılığın bir ürünüdür. Bundan dolayıdır ki ekonomik olan hiçbir şey, krizlerin etkilerinden uzak kalamaz. Eğer söz konusu “dayanışma” olmasaydı kriz çıktığı sektörle sınırlı kalırdı. Modern anlamda bankalar ortaya çıktı çıkalı, krizlerin de eksik olmadığı görülür. Bir panik anında tüm mevduatı bankaların geri ödemesi imkansızdır. Peşinden banka sektöründeki krize borsa krizi eklenir. Borsalar iyimserliğin, beklentilerin alındığı yerlerdir. Bu beklentiler umutlara dönüşerek adeta patlamaya hazır bir balona dönüşür. Neticede spekülasyonlar balonu patlatacak iğneye dönüşür. Çöküş başlar. Kuşkusuz banka ve borsadan daha çok önemli olan bir sektör var ki sosyal sıkıntıların işsizliğin kısacası günlük yaşama
doğrudan yansıyan her şey. Reel sektör. Güçsüzleşen işyerleri, fabrikalar ve tesisler çalıştırdığı personeli işten çıkarır; bu da işsizlik demektir. Kapitalist sistemde üretim ve üretimi besleyen mali sistem araçları öylesine iç içe geçmiştir ki bir domino taşı dizilimi gibi zincirleme reaksiyon gösterir. İlk domino taşını tetikleyen bazen bir sektör bazen de bir ülke olabilir. Geçmişte İngiltere kaynaklı başlayan krizler artık ve son olarak da bahsettiğimiz kriz Amerika dan tetiklenmiştir ve tüm dünyayı sarmıştır.
Yukarda kapitalist sistemden öncede krizler oluyor demiştik. Peki o krizlerlerle Kapitalist sitemde meydana gelen krizlerin farkı nedir? sorusuna cevap belki de krizlerin neden çıktığı sorusunu yanıtlamamıza yetecektir. Sanayi devriminden önce savaşlar, kıtlık, sel felaketleri gibi olaylar üretimi düşürür bunun sonucunda insanlar açlık ve sefalete mahkum olurdu. Kapitalizmde girişimcilerin Aşırı üretim krizleri olmaktadır. Kapitalist sistemin temelinde kar elde etme vardır. Kâr ise ancak üretilen malın satılmasıyla elde edilir. Oysaki piyasada aynı malı üreten çok sayıda girişimci vardır. Tüketici pazarda nereye yöneleceği sorusu karşımıza çıkar ki işin can alıcı noktası da aslında buradadır. Her firma temelde tahmine dayalı beklentiler üzerinden mal veya hizmet sunar. Bu tahminlere bağlı olarak bina makine işçi gibi yatırımlarını yapar. İş de tam bu noktada şöyle bir sorun çıkar karşımıza. Ya tahmin edilen gerçekleşemez ise? Çünkü tahmin edilen anla ürünün piyasaya satışa sunulduğu an arasında gecen zamanda meydana gelebilecek her türlü riske açıktır. Firma sahibi bu yüzden tahmin ettiği satışı yapamaz hale gelebilir. İşte krizin başlangıcı da bu noktadır: Bir sektörün herhangi bir firmasında başlayan bir pazar sıkıntısı artarak, sonra çığ gibi büyüyerek önce o sektörü, ardından diğer sektörleri ve sonunda bütün ekonomiyi sarabilir. Hammadde alımını durduran, işçilerini işten çıkartan firma batarken, başkalarını da peşinden sürükleyip onları da batırır, bu sonuncular da başka firmaları… Bir çok girişimcinin olduğu bir sistemde aynı anda bu risklerden kurtulması mümkün değildir. Bu yalnızca Kapitalist sistemin savunucularının dillerinden düşürmedikleri istikrar dönemlerinde mümkün olma ihtimali vardır. İstikrarın olmadığı dönemlerde bu domino taşları dönemsel olarak birbirini tetikleyerek devrilecektir.
Krizin çıktığı anda faturasının kime ödeneceği de aslında bellidir. Tahmine ve beklentilere dayalı sistemde faturanın kime kesileceğinin krizin en başından belli olması da oldukça ilginç olsa gerek. İflas eden firmalar, batan bankalar, hurdaya dönüşen fabrikalar, depolarda çürüyen mallar…Ancak yıkım bunlarla da kalmaz. İflaslar işsizliği, işsizlik de yoksulluğu körükler. İnteharlar başlar. Sermaye ve zenginlik daha az sayıda kişinin elinde toplanırken, yoksulların sayısı artar. Bu olanlar da sosyal gerginlik ve çatışmaların önünü açar.
doğrudan yansıyan her şey. Reel sektör. Güçsüzleşen işyerleri, fabrikalar ve tesisler çalıştırdığı personeli işten çıkarır; bu da işsizlik demektir. Kapitalist sistemde üretim ve üretimi besleyen mali sistem araçları öylesine iç içe geçmiştir ki bir domino taşı dizilimi gibi zincirleme reaksiyon gösterir. İlk domino taşını tetikleyen bazen bir sektör bazen de bir ülke olabilir. Geçmişte İngiltere kaynaklı başlayan krizler artık ve son olarak da bahsettiğimiz kriz Amerika dan tetiklenmiştir ve tüm dünyayı sarmıştır.
Yukarda kapitalist sistemden öncede krizler oluyor demiştik. Peki o krizlerlerle Kapitalist sitemde meydana gelen krizlerin farkı nedir? sorusuna cevap belki de krizlerin neden çıktığı sorusunu yanıtlamamıza yetecektir. Sanayi devriminden önce savaşlar, kıtlık, sel felaketleri gibi olaylar üretimi düşürür bunun sonucunda insanlar açlık ve sefalete mahkum olurdu. Kapitalizmde girişimcilerin Aşırı üretim krizleri olmaktadır. Kapitalist sistemin temelinde kar elde etme vardır. Kâr ise ancak üretilen malın satılmasıyla elde edilir. Oysaki piyasada aynı malı üreten çok sayıda girişimci vardır. Tüketici pazarda nereye yöneleceği sorusu karşımıza çıkar ki işin can alıcı noktası da aslında buradadır. Her firma temelde tahmine dayalı beklentiler üzerinden mal veya hizmet sunar. Bu tahminlere bağlı olarak bina makine işçi gibi yatırımlarını yapar. İş de tam bu noktada şöyle bir sorun çıkar karşımıza. Ya tahmin edilen gerçekleşemez ise? Çünkü tahmin edilen anla ürünün piyasaya satışa sunulduğu an arasında gecen zamanda meydana gelebilecek her türlü riske açıktır. Firma sahibi bu yüzden tahmin ettiği satışı yapamaz hale gelebilir. İşte krizin başlangıcı da bu noktadır: Bir sektörün herhangi bir firmasında başlayan bir pazar sıkıntısı artarak, sonra çığ gibi büyüyerek önce o sektörü, ardından diğer sektörleri ve sonunda bütün ekonomiyi sarabilir. Hammadde alımını durduran, işçilerini işten çıkartan firma batarken, başkalarını da peşinden sürükleyip onları da batırır, bu sonuncular da başka firmaları… Bir çok girişimcinin olduğu bir sistemde aynı anda bu risklerden kurtulması mümkün değildir. Bu yalnızca Kapitalist sistemin savunucularının dillerinden düşürmedikleri istikrar dönemlerinde mümkün olma ihtimali vardır. İstikrarın olmadığı dönemlerde bu domino taşları dönemsel olarak birbirini tetikleyerek devrilecektir.
Krizin çıktığı anda faturasının kime ödeneceği de aslında bellidir. Tahmine ve beklentilere dayalı sistemde faturanın kime kesileceğinin krizin en başından belli olması da oldukça ilginç olsa gerek. İflas eden firmalar, batan bankalar, hurdaya dönüşen fabrikalar, depolarda çürüyen mallar…Ancak yıkım bunlarla da kalmaz. İflaslar işsizliği, işsizlik de yoksulluğu körükler. İnteharlar başlar. Sermaye ve zenginlik daha az sayıda kişinin elinde toplanırken, yoksulların sayısı artar. Bu olanlar da sosyal gerginlik ve çatışmaların önünü açar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder